Ana içeriğe atla

Vav Olmak...


Bir Hak aşığı der ki;

İnsan vav şeklinde doğar,
bir ara doğrulunca kendini elif sanır.

İnsan iki büklüm yaşar,
oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.

Kulluğun manası vavdadır,
elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.

O yüzden Lafz-ı ilahi elifle başlar.
Elif kainatın anahtarıdır, vav kainattır.

Rabbi vav gibi mütevazı olsun ister kulları.

Musa dal olmuştur ama

Firavunun gözü Elifte kalmıştır.

İbrahim ateşte vavdır,
Nemrut bizzat ateşe odun.

Yunus, vav olup balığın karnında
anca kurtarmıştır kendini.

İnsan iki büklüm olunca rahat
eder ana karnında.

Boylu boyunca uzansa da
kim rahattır mezarında?

Vavın elifle münasebeti ne kadar iyiyse,
kainatın dengeside o kadar düzgündür.

Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar.

Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki
o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur.

Evvelde eliftir, bir ilahi nefesle ahirde vav olur kainat.

Manayı bilmeyenler vav diyemez vay der.
Buna anlamca vaveyla denir.
Yani vav olamadıkları için feryad edenlerin halidir.

Elif bir ağaç ve insan onun dalıdır.
Azrail budadıkça nefesleri daha gür çıkar sesleri.

Herbiri Dal olur ve o ağaçtan beslenir.
Vav olur o ağacın gölgesine sığınır.
Ve Allah insana seslenir,
peygamber eliyle ulaşan mesajı hem dal hem vav ol der insana.


Başkasının önünde eğilmek ne zordur.
Birilerinin emri altına girmek ne ağırdır.
Krallara boyun eğmemiş insan
görmediği bir varlığa mı itaat edecektir?



"Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin.
Rablerine kavuşacak ve O’na döneceklerini umanlar ve
Allah’a gerçek bir saygı gösterenlerden
başkasına namaz elbette ağır gelir"

Sonra çağırır insanı,
belki cennet kokusunu duyurmak içindir bu davet,
belki kendi yanına çağırıyordur.

 İşte o ayet: “Secde et, yaklaş!”(Alak,19)

Eğil ve ben senin başını göklere erdireyim,
yıldızları ayağına sereyim,
sana gezmekle bitiremeyeceğin cennetler,
sayamayacağın nimetler vereyim demektir bu.

Secde et,

vav ol,

vay dememek için.....

herşey demek olan Rabbinin önünde...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlahi ve Zikir

Özel bir ilahi , Hz. Ebubekir Efendimizin sözlerinden; Zu’dbi Lutfik ya İLah-i,Melleh’ü-zadün kalil, Müflisü’m-bis’sıdkiyeti indebabik ya Celil! Kulli-nari’übridi ya Rabbi fi hakk’ı kema’, Kulte kulna ya nar-u kuni ente fi hakkı’l Halil, Ente Kafi,ente Şafi,fi muhimmati’l umur, …Ente Rabbi,ente hasbi,ente li ni’me’l-Vekil. Eyne MUsa, eyne İsa,? eyne Yahya, eyne Nuh, Ente ya sıddık’u-asi tüb’ilel-Mevlel Celil! ————————————————————– Lütfunu esirgeme ey Rab bu kuluna ki, azığı pek kalîl, İflas etmiş olsa da sadakatle yine kapına geldi ey Celîl! Beni yakan ateşe de ‘berd ü? selam ol’ de ey Allah’ım, Bir zaman dediğin gibi fî hakk-ı Halîl, Sensin Şâfî, Sensin Kâfî, evvel-âhir her işte, Ente Rabbî, Ente hasbî, Ente lî ni’me’l-Vekîl. Nerde Musa, nerde İsa, nerde Yahya, nerde Nuh, Sen ey âsî nefis, dön de ara bul bir Mevla-yı Celîl!

Kanuni ve Karınca

İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi. O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan K...

Yar ile Şimdi