Ana içeriğe atla

Dua


Dua edenin, ‘Rabbim’ demesi, Allah’ın ‘efendim’ demesinin ta kendisidir.
Birisi her gece kalkıp Allah’ı anıyor, O’na dua ediyordu..
 Şeytan ona dedi:
 - Ey Allah’ı çok anan kişi, bütün gece Allah deyip çağırmana karşılık seni  buyur eden var mı?..
Sana bir tek cevap bile gelmiyor, daha ne zamana kadar dua  edeceksin?..

 Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu ve uyudu.
 Rüyasında ona söyle dendi:   
 - Kendine gel uyan! Niye duayı, zikri bıraktın?.. Neden usandın?..  
 Adam:
 - Buyur diye bir cevap gelmiyor ki, kapıdan kovulmaktan korkuyorum dedi.
 Bunun üzerine dendi ki ona:
 - Senin Allah demen, O’nun buyur demesi sayesindedir.. Senin yalvarışın,
 Allah’ın senin ruhuna haber uçurmasındandır.. Senin çabaların, çareler araman, Allah’ın seni kendine yaklaştırması, ayaklarındaki  bağları çözmesindendir.. Senin korkun, sevgin, ümidin Allah’ın lutfunun kemendidir.. Senin her Yarabbi demenin altında, Allah’ın buyur demesi vardır.. Gafilin, cahilin canı, bu duadan uzaktır.. Çünkü Yarabbi  demeye izin yok ona.. Ağzında da kilit var, dilinde de.. Zarara uğradığı zaman, ağlayıp, sızlamasın diye  Allah ona dert, ağrı, sızı, gam, keder vermedi.. Bununla anla ki, Allah’a dua etmeni, O’nu çağırmanı  sağlayan dert, Dünya saltanatından daha iyidir.. Dertsiz dua soğuktur.
Dertliyken yapılan dua gönülden kopar..
 Mesnevi 3:22

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlahi ve Zikir

Özel bir ilahi , Hz. Ebubekir Efendimizin sözlerinden; Zu’dbi Lutfik ya İLah-i,Melleh’ü-zadün kalil, Müflisü’m-bis’sıdkiyeti indebabik ya Celil! Kulli-nari’übridi ya Rabbi fi hakk’ı kema’, Kulte kulna ya nar-u kuni ente fi hakkı’l Halil, Ente Kafi,ente Şafi,fi muhimmati’l umur, …Ente Rabbi,ente hasbi,ente li ni’me’l-Vekil. Eyne MUsa, eyne İsa,? eyne Yahya, eyne Nuh, Ente ya sıddık’u-asi tüb’ilel-Mevlel Celil! ————————————————————– Lütfunu esirgeme ey Rab bu kuluna ki, azığı pek kalîl, İflas etmiş olsa da sadakatle yine kapına geldi ey Celîl! Beni yakan ateşe de ‘berd ü? selam ol’ de ey Allah’ım, Bir zaman dediğin gibi fî hakk-ı Halîl, Sensin Şâfî, Sensin Kâfî, evvel-âhir her işte, Ente Rabbî, Ente hasbî, Ente lî ni’me’l-Vekîl. Nerde Musa, nerde İsa, nerde Yahya, nerde Nuh, Sen ey âsî nefis, dön de ara bul bir Mevla-yı Celîl!

Kanuni ve Karınca

İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi. O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan K...

Yar ile Şimdi